Çok kan kaybettik

Bu sefer savaşla değil yozlaşarak, kötülükleri İyiliklere tedai ederek, insanı iftiraya, belaya girft eyledik.
Doğdum ve büyüdüğüm zaman dilimi, birlik ve beraberliğin bittiği noktada kesişiyordu. Kötü zamana denk geldik. Gerçi dünyanın iyi zamanı da olmadı ki. Zor bir başlangıca imtiyaz sahipliği yaparken, soğuk iklimin dayanılmaz sancılarını içimde hissettim.
Sıcak, kavrucu yaz aylarında üşüyerek Güneş'in tadını çıkardım.
Ve üşümeye başladığım gün, içimden 'Tanrı çileyi yarattı' dedim. 
Müphem bir sancıydı bu, sonu belli olmayan. Ucu bucağı nereye gider bilinmez, halk nasıl bir kafa bilinmez, kafanın ucu bucağı yok. Kıvranıp duruyorum sancıdan.
Soğuk sancıların başlangıcında henüz on sekizinde idim. Aklın terbiye edilemeyeceği günlerde sadece yaşamak istiyordum. Seviyordum ama boş bir sevmekti bu.
Henüz on sekizinde iken yaşama, bana gül bahçelerini kim bahşeder Allah'tan başka.
'Erzurum'un kışı zordur balam buz tutar yiğitlerin bıyığı' diyordu Nazım, bıyıklarım yeni terliyordu. Mevlana'nın tabiri ile henüz "Ham"dım.
Pişme zamanım geldiğinde ocağın altı kısık değildi. Yakıyordu beni bu pişkinlik. İnsanlar hepsi bana benzer. Kiminin boyu kısa, kiminin uzun, kiminin yüzü kara. Fikirler fışkırıyor beyinlerde kiminin iyi kiminin kötü. En çok kötüye rastladım. Toplum kötü kırgınlığını içinden atamadı. 
Kazanlar kaynamaya başladı, sancılar giderek çoğaldı. Beni aydınlatan insanları henüz keşfedemedim içi boş, ümit dolu cümleler duyduğum anda hayalperest olmaya başladım. 
Kurduğum hayallerin sonucu yüksek rakımlı mutluluktu. Oysa Dünya'ya bedel ödetecek bir gücüm yoktu. Savaşları kitaplardan öğrendim. İzlediğim diziler ve filmler hayallerimi süsledi. Neticede insan insanı öldürüyordu. Peki ama neydi bunun nedeni...
Ben yokken Dünya'da habis insanlar virüs gibi çoğalmış. İlk insanlık cinayeti Habil ile Kabil meselesinden meydana gelmiş. Milyarlarca insanı kaldıramayacak kadar güçsüz olan tabiat çözümü savaşlara bağlayarak bu meseleyi çözmeye çalışmış. Soğuk savaşlar başladı. Ben de yaşamaya başladım. Sancılı doğumun ardından sancılı çocukluk gözümün önünde kan kaybeden bir millet.
Mukaddesatçı varlıkların arasında muhafaza edemeyen muhafazakarlar sayesinde dinimin gerektirdiği müsemmayı bir müddet yerine getirdim. Kendimi toplumdan öte saf dışı hissettiğimde sorumluluğumu kaybettim. 
Soğuk savaşın eşiğinde Iraklı çocukların öldürüldüğü günlerdi. Bu ölümler sözde dünyaya barış ve huzur getirecekti ama aksine Arap toplumu başta olmak üzere bütün Müslümanlık gözler önünde katlediliyordu. Dillerde Allahüekber naralarıyla, neyin uğruna savaştığını bilmeyen bağnazlar, savaşın hep görünmezi oldu. Ki bu topluluğun çoğunluğu o belirtilen topraklarda müslüman bile değildiler.
Bunlar 45 sene evvel ülkeye sızmış, Apo denilen züppe buyurmuş Zerdüştler vurmuş. Bu savaşlar sıcak çatışma ile gerçekleşirken toplumun içinde her yerde bulunan kravatlı örgütler savaşı adeta Meclis'e taşımış.
Sözde herşey yasaya uygun. Milleti bölmenin resmiyetini ilk kez bizim millet keşfetmiş. Bu sefer silah değil kalemlerle savaşılmış. Söylenen her propaganda, her söz, bu milletin bir küreği.
Âlicenap Türk halkı, yıllardır Ermeni soykırımı iddiaları ile Avrupa ülkeleri başta olmak üzere çoğu millete sözünü geçirememiş. Türk'e yapılan soykırımlar diğer milletlerce mevzubahis bile olamaz. 
Mülevves Bizans'ın köleleri 1. Dünya, 2. Dünya derken yeni dünyanın köleleri olmuş. Tapınak şövalyeleri yerini burjuvaziliğe bırakınca Rönesans ile medeniyet deyip yapıştırı vermişler. Mason adında gizli bir örgüt güç sahibi olmuş. Kutsal toprakları İsrailoğulları işgal ederken müslümanın yüreği Medine de atmış.
Kanlar akarken dünya da hantal vücuduna dur diyemeyen memur kılıklılar savaşa da dur diyememiş. Olan olmuş, giden gitmiş bizim millete sadece izlemekle yetinmiş.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonların kutsal toprağı; Kân köyü

Eskiden KÂR Yağardı Erzurum'a