Yusuf Özgür Bülbül'ün kitabından


BAŞLARKEN


Meraklı insanlar olarak bilinen gazeteciler, zamana karşı yarışarak edindikleri bilgileri doğru ve hakkaniyet ölçüsünde okuyucuya ulaştırır. İyinin ve kötünün ekseninde yer alan gazeteciler böylelikle insanlara uzanıp ilettikleri haberler üzerinden bir tepki beklerler. Günümüzde gazetecilik mesleği ne kadar yıpranmaya maruz kalsa da halen büyük bir etkiye sahip. Yerel demokrasinin de en büyük oksijeni olan gazetecilik faaliyetleri aslında çok zorlu koşullarda yapılıyor.
Bu kitapta Doğu’da çeşitli mecralarda görev yapmış/yapan gazetecilerle yapılmış söyleşiler yer alıyor. Çalışmada gazetecilerin; çalışma şartları, mesleğe dair görüşleri ve unutamayacakları haber anılarını bulacaksınız. Kitabı okurken gazetecilerin ve yerel medyanın sorunları ile haberciliğin ince ayrıntılarını da göreceksiniz. Kitap gazeteciler, akademisyenler ve iletişim fakültesi öğrencileri ile genel okuyucuyu Doğu’da bir gazetecilik yolculuğuna çıkaracak.
Gazetecilik eğitimi aldığım süre zarfında üzerimde büyük emekleri bulunan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi hocalarına teşekkürlerimi iletiyorum. Çalışmamı yaptığım süre boyunca destekleriyle katkıda bulunan kıymetli hocam Doç. Dr. Hakan Temiztürk’e, çalışma boyunca beni motive eden değerli arkadaşım Aydın Saltan’a, görüşlerine danıştığım Av. Ülkü Şahin’e teşekkürlerimi sunuyorum.
Yararlı olması dileğiyle…
Mayıs, 2020













ÖNSÖZ

“Doğu’da gazeteci olmak” üzerine;

Yerel medyanın sorunlarını dert edinen gazeteci Yusuf Özgür Bülbül, “Doğu’da gazeteci olmak” başlıklı kitap çalışmasını bana gönderip, bir önsöz yazmamı isteyince heyecanlanmadım desem yalan olur. Bir gazetecilik akademisyeni olarak Türkiye’de yerel medyanın ve yerel medyada çalışan gazetecilerin akademide çok fazla ihmal edildiğini düşünüyorum.
Birkaç yıldır Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü öğrencilerine yerel gazetecilik dersi veriyorum. Dersi ilk kez verdiğimde, öğrencilerime, yerel medyadan gazetecilere ulaşıp röportajlar yapmalarını istemiştim.  Bazı güzel röportajlar yapılmış, sonra o röportajları bir araya getirerek suleymanirvan.blogspot.com adresli kendi bloğumda yayımlamıştım.
Yusuf Özgür Bülbül de kitap için yerel medyadan gazetecilerle konuşmuş. Kitapta 15 gazeteciyle yapılmış röportajlar ve Van depreminde yaşamını yitiren basın şehidi Sebahattin Yılmaz özel bölümü yer alıyor. Muhabir Murat Dadaş, yerel radyo sunucusu Beyza Turgut, Ağrı Taşlıçay Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Hüseyin Arslan, Erzurumlu gazeteci İhsan Kumru, DHA Hakkari temsilcisi Behçet Dalmaz, Malazgirt’te doğa fotoğrafçılığı yapan Osman Özkan, Ardahanlı gazeteci Şevket Kaan Gündoğdu, belgesel yönetmeni Mustafa Uluç, televizyon sunucusu Nesrin Öztürk, basın danışmanı Ayşe Özdemir, TV1 sunucusu Şeyda Tuba Özkan, televizyon sunucusu Deniz Gez, Pusula gazetesi muhabiri Manolya Bulut, Muş bölgesinde kameramanlık yapan Mir İshak Güngör ve televizyon muhabiri Elif Yılmaz röportaj yapılan gazeteciler.
Röportajları okurken sadece gazetecinin mesleğe bakışını değil, Türkiye’nin doğusundaki şehirlerde yapılan gazeteciliğe ilişkin değerlendirmeleri de öğreniyorsunuz. Elbette bunlar öznel değerlendirmeler. Yerel gazeteciliğe ilişkin bu tür çalışmalar arttıkça biz yerel gazeteciliği daha iyi konumlandırabileceğiz, sorunlarını daha iyi anlayacağız ve çözüm önerilerini daha sağlıklı yapabileceğiz. Yusuf Özgür Bülbül’ün bu çalışmasını yerel gazetecilik literatürüne önemli bir katkı olarak görüyorum. Benzer çalışmaların artması dileğiyle, iyi okumalar…

Prof. Dr. Süleyman İrvan
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı




İÇİNDEKİLER:
          -   TV Kameranı Dadaş: Büyük Bir Denizde Boğulacağım……………………………………………
- Radyo Sunucusu Turgut: İçim Kıpır Kıpır Oluyor ‘Amca, O Benim’ Diyemiyordum……......
-              Ağrı Taşlıçay Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Arslan: Hatır Gönül İşleri Görevinizi Hakkıyla Yapmanıza Engel Olabiliyor……………………………………………………………………………..

-              Erzurumlu Deneyimli Muhabir Kumru:
Gazetecilerin En Büyük Sorunu Sahipsizlik…………………………………………………

-              “Hakkari’de Muhabir Olmak Canı Pahasına Görev Yapmaktır”…………………………………..

-              Yaz ‘Sebo Dadaş’ Yaz…………………………………………………………………………...

-              Doğa Fotoğrafçısı Özkan: Bir Fotoğrafçı İçin Polonya Malazgirt Kadar Zengin Değil………...

-              Ardahanlı Gazeteci-Yazar Gündoğdu:
Bölgemizin Kültürüne Hizmet Etmek İçin Çaba Harcıyorum…………………………………

-              Belgesel Yönetmeni Uluç: Yaşananların Kamuoyuna Yansıtılması İhtiyacı Beni Belgesele Yönlendirdi………………………………………………………………………………………………….

-              Sunucu Nesrin Öztürk: Yerel Bazda Spikerlik Muhabirliğin Doruk Noktası Değil………….


-              Basın Danışmanı Özdemir: Hayalinizde Oluşturduğunuz Öykü İçin
‘Deklanşör’e Basmalısınız………………………………………………………………………………

-              TV1 Sunucusu Şeyda Tuba Özkan’la Yerel Medya Üzerine…………………………………..

-              Gez: Sunuculuğun Riski Büyük Ancak Heyecanı Daha Büyük……………………………………….
-              Pusula Muhabiri Bulut: Ağlayarak, ‘Bu Haberi Lütfen Manşet Yapalım’ Dedim…………
-              Kameraman Güngör: Öleceğimi Düşünerek REC düğmesine bastım………………………………

-              “Elbet Bir Gün Başörtümle Ekranlara Çıkacağım”…………………………………………





















Merhum Annem;
Nurcan Bülbül’e…








Herkes için eşitliğe inanıyorum;
-              Muhabirler ve fotoğrafçılar hariç.
Mahatma GANDI









/Büyük bir denizde
Boğulacağım/

Kardelen Tv Kameramanı Dadaş

Murat Dadaş dört çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu. Babası, zamanında reçberlik de yapmış ağalıkta. Dadaş’ın muhafazakâr bir soydan gelen sosyal demokrat anlayışa sahip bir ailesi var. Murat Dadaş henüz 15 yaşında gazete dağıtım elemanı olarak başladığı iş hayatına muhabir, kameraman ve program yapımcısı olarak devam etti. ‘Eğitim kariyeri geriden, iş kariyeri önden gelen’ bir gazeteci, yaygın dilde alaylı bir muhabir. Genç muhabir, parlak bir eğitim hayatının olmaması ve çeşitli sebeplerden dolayı liseyi açıktan okumak zorunda kaldı. Eğitim açıktan olunca boşta kalmak istemedi ve işe koyuldu. Kendini, ‘hiperaktif’ biri olarak niteleyen Dadaş, dokuz yaşından on dört yaşına kadar Doğu’da son yıllara kadar garipsenen bir spor dalında sporculuk yaptı. Golfçüydü. Evet gariptir, Avrupa’da yaygın olan ve genellikle zengin insanların oynadığı bu sporu iki kardeşiyle birlikte Murat da yaptı. Bu dalda iki defa Türkiye üçüncülüğü elde etti. İleriye götürebilirdi fakat antrenörüyle çeşitli sıkıntılar yaşadı. Bugün devam etmiş olsaydı belki Erzurum’da gazetecilik değil İzlanda’da bir golf antrenörü ya da milli sporcu olabilirdi. Doğu’da gazetecilik görevi gibi golfcülük de zor hale geldi. Sonradan, doğu projesi diye adlandırdıkları golf, Doğu’da Ardahan hariç başta Erzurum olmak üzere diğer illerde de bitti. Bugün çeşitli mecralara içerik üreten ve görüntü çeken Murat Dadaş ile erken yaşta başladığı gazetecilik hayatını ve kariyerini konuştuk.
“İnternet radyosu kurarak Erzurumspor maçlarını oradan canlı anlatırdım.”
Dadaş, ‘Gazetecilik kariyerin nasıl başladı’ sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Sporculuk hayatım bana seyahat konusunda çok yardımcı olmuştu, çok yer gezip görmüştüm. Bir de Erzurumspor tutkum vardı. Tribünde olmayı seviyordum küçüklüğümün yarısı yeni ismiyle Kazım Karabekir Stadı’nda geçti fakat oynanan oyunu takip etmezdim gözüm stadın çevresinde duran gazetecilerde olurdu. Arada bir tribünde olur, arada bir de top toplayıcı olurdum. Televizyoncuyum fakat küçüklüğümde bile çok televizyon izlemezdim, iyi alışkanlıklarımdan biri. Televizyondaki dizilere zaman ayırmaz ve aklıma takılan her şeyi araştırmakla geçirirdim. Milenyum devrine yakın çocuk olduğum için playstationı çok severdim. Bilgisayarda kendi çabalarımla web tasarımı öğrendim, sürekli farklı işler koşuştururdum. İnternet radyosu kurarak Erzurumspor maçlarını oradan canlı anlatırdım.
Pek arkadaş ortamım olmadı, genelde yaşımdan büyüklerle gezip dolaşmak, onlarla sohbet etmek hoşuma gidiyordu. Kısaca ben böyle öğrendim hayatı, deneme yanılma yöntemleriyle. Büyük gibi görünen içindeki çocuğu, onu daha sonra tanıyan kişilere gösteren biriyim. İlk başta oto sanayide motor ustasının yanında çırak olarak başlamıştım. Ailem maddi zorluklar çekmeye başladığı zamanlar, işte o zamanlar da paranın kıymetini ve hayatın zorluklarını öğrenmiştim. Farklı sektörlerde en aşağı seviyelerde çalıştım. Bir yandan eğitimimi açıköğretim lisesine kaydolarak devam ettirdim. Kafelerde komi, imalathanede çırak, lokantada bulaşıkçı oldum. Bir süre site alım satım işleri ile uğraştım, e-ticaret siteleri kurdum, wordpress altyapısını ve peşine de birazda kodlama öğrendim. Kendi haber sitemi kurdum, ajanslara abone olmadığım için pek haber de yapamıyordum. Bunu çok ileriye götüremedim.  Belki de kendi işimi kurmam için çok erkendi...  Bilgisayar sektöründe ilerleyeceğimi düşündüm ve teknik serviste çalışmaya başladım. Her geçen gün kendimi bilgisayar, yazılım-donanım konusunda geliştiriyor ve bozulan mühimmatları artık çok daha kolay tamir ediyordum. Müşterilerim vardı, onlara işi zamanında teslim ediyordum. Tabi bu durum çok uzun sürmemişti ta ki Av. Ayhan Bey’i tanıyana kadar. O tanıdığım ilk avukat ve ilk medya patronuydu. Bir gün kendi bürosunda bozulan yazıcısını tamir etmeye gitmiştim orada biraz konuştuktan sonra kendisi Doğu TV’yi yeni satın aldığını söyleyerek bana, ‘orada çalışır mısın?’ diye teklifte bulunmuştu. Kabul ettim.”
“Ayda 50 lira oda belki”
Yeni başlayan biri olarak para kazanabiliyor muydun?
“2010 yılında Erzurum’un yerel televizyonu ve ülkemizin ilk özel televizyonlarından olan Doğu TV’de görev yapmaya başladım. Medya görsel ve yazılı olarak ikiye ayrılmış durumda olsa da, ben işin hep görsel kısmını seviyordum. Televizyonda reji görevi ve odasında asistanlık yapmakla işe başladım. Kamera, kurgu, seslendirme, reji, yapım, grafik, animasyon... Aklınıza gelebilecek hangi departman varsa hepsine merak salıyor, hepsini ayrıca araştırıyor ve uygulamaya çalışıyordum. Hal böyle olunca ilerde hangi bölümde çalışacağınız da merak konusu oluyordu. Peki bir ücret alıyor muydum? Haftalık 50 lira oda belki. Ama bu meslek beni öyle bir sardı ki parayı bile gözüm görmüyor, bir an önce bu işin bir dalını koparıp ilerlemek istiyordum. Doğu TV iyi bir deneyimdi. Sonra 2011 yılında Erzurum’un ilk özel televizyonu Kanal 25’de görev yaptım. Acemiliğimin büyük bir bölümünü burada tamamladım, kameraya daha ağırlıklı çalışıyordum.
Kariyerin nasıl devam etti?
“Burada da bir süre devam ettikten sonra Doğu Anadolu’da tam teşekküllü büyük bir televizyon kurulacağı duyumunu aldık. Önce isminin Doğu Türk olduğunu sonradan Kardelen TV diye değiştirildiğinin haberini aldık. Burada işe başladım, televizyonda ilk, stüdyo kameramanı olarak çalışmaya başladım. Tabi çalıştığım süre zarfında televizyon yönetiminde sürekli değişiklikler yapılıyordu. Mevcut genel yayın yönetmeni televizyondan ayrıldıktan sonra yerine Sinan ÖZÇAYLAK beyefendi geçti, onunla beraber Haber Müdürü Onur SAĞSÖZ beyefendi görev aldı. Onur Bey’in gelmesi ile birlikte stüdyodaki görevim bitmiş ve tamamen aktüel kameraman olmuştum.”
Dadaş, kameramanlık alanında kendini geliştirdiğini söylüyor: “Televizyonculuk içinde ilklerim de oldu, ilk defa dışarıda bir canlı yayında kameraman olmak başlarda çok heyecan vericiydi, sonra çeşitli formatlarda düzenlen programlarla şehir şehir, ilçe ilçe, köy köy, kasaba kasaba dolaşmak…  Kamera konusunda kendimi çok geliştirmiştim, programcılar ve muhabirler benimle dışarı çıkmak için ısrar ediyordu, bu da beni ciddi anlamda mutlu ediyordu. Sonra bir iş trafiğine kapıldım ki sormayın, bu iş çığırından çıkmış, mesai saati diye bir şey kalmamış ve sosyal hayatım bitmişti. Hayatım tamamen işime göre şekillenmişti. Tabi Haber Müdürü Onur Bey ve programcılar arasında zaman konusunda çelişkiye giriyorduk. Yani anlayacağınız her işe koşuyordum. Haber de çekiyordum program da. Haber kameramanlığı ve program kameramanlığı, bunlar birbirinden çok farklı işler. Haber kameramanlığı daha pratik olmayı gerektirirken, program kameramanlığında detaya daha fazla önem vermek durumundasın. Televizyonda işler bu şekilde ilerledi ve ben bu durumdan şikâyetçi olsam da yapabileceğim pek bir şey yoktu.”
“Canlı yayınların bir parçası oluyordum”
Peki, canlı yayın kameramanlığı serüvenin?
“Televizyonda çalıştığım sıralarda Doğan Haber Ajansı (DHA) Doğu Anadolu canlı yayın (UPLİK) sorumlusu Taner Özdemir ile tanıştım. Taner ağabey sayısız yayınlar yapmıştı ve kurumun çok önemli bel kemiklerinden biriydi. Teknik bir beyindi kendisi. Kameramanlığımı beğeniyor ve beni kendi özel işlerine çağırıyordu ben de düşünmeksizin katılıyordum. Genelde yaptığı işler büyük televizyon kanallarına canlı yayın hizmeti vermekti ve ben de o canlı yayınların bir parçası oluyordum. CNN Türk, Kanal24, Ülke TV, Kanal D, TGRT Haber, TRT Avaz, Bloomberg HT, A Haber ve diğerleri... Sayesinde sayısız televizyon kanallarında görüntülerim canlıyayınlanıyordu. Cumhurbaşkanlığı ve diğer bakanlıklara önemli işler yaptık Jimmyjip operatörlüğüne de soyunduk. Başarılı yönetmenlerden komut alıyordum. Son dört yılda sayısız tecrübe kazanmıştım, bu iş öyle bir hale geliyordu ki dışarıdan gelen dış yapımcılar İstanbul’dan kameraman getiremediklerinde Erzurum’da ilk bana ulaşıyor ve kameramanlık konusunda benden yardım alıyordular, çok büyük ücretler alamasam bile sevinçle yapıyordum. Bu işin en çok da gezme kısmını seviyordum, Üç ülkeye gittim ve oralarda programlar çektim. Şimdilerde Saran Holding şirketinde sözleşmeli kameramanolarak 1. Lig ve Süperlig maçlarını çekiyorum ve kendi işletmem var Fotoğraf ve Prodüksiyon üzerine. Kamera bana büyük bir deneyim oldu, belli bir yaşa gelene kadar da yapacağım sanırım.
Küçük yaşta gazeteci olmanın bir zorluğu ile karşılaştın mı?
“Her zaman kendimi olgun gösterdim ve hep özgüvenim yüksekti. Her yerde her şeyi çok rahat soruyor ve cevap veriyordum. Pek zorlanmadım.
Erzurum’da gazeteci olmak nasıl bir duygu?
“Erzurum’da çok deneyimli gazeteci büyüklerimiz var fakat hiç biri bilgi, deneyim ve tecrübelerini yeni jenerasyona paylaşma taraftarı değiller, anlayacağınız herkes kendi aleminde. Eskilerde birlik ve beraberlik varmış, şimdi bu birlik beraberliği ve paylaşımları kimse sağlamıyor, yeni kuşak bu konuda çok sıkıntılar çekiyor özellikle benim gibi. Meslekte bazen sıkıntılar yaşıyorsun fakat sıkıntılarını çözecek seni kale alabilecek bir cemiyet, federasyon, konsey ya da bir dernek… Maalesef yeterli değil. Olanlar sadece görünürde, ben 5 yıl gazetecilik yaptım ve cemiyet başkanlarım beni tanımıyor, ben de kendimi tanıtma ihtiyacını bulmuyorum. Atatürk Üniversitemiz mesleğimiz hususunda bize çok yardımcı oluyor, ben üniversite sayesinde araştırmacılığın ne demek olduğunu öğrenmiştim.”
Doğu’nun bir de kışı var tabi, abartısız yaklaşık eksi otuzu görebiliyor doğu illerindeki kentler. Hal böyle olunca röportaj verecek kişi bulmakta güçlük çekebiliyor muhabirler. Bir gün, kışın kazılması mümkün olmayan mezarların hazır hale getirilmesini haberleştirmek istedim ve röportaj için de arkadaşım Zana Avna’yı ikna ettim. Hazır mezarların başında görüntülü röportaj yapacaktım. O gün yola koyulduk, yoğun bir kar bastırdı tipi de cabası. Bir haberi zengin kılmak için arkadaşıma adeta eziyet ediyordum, mesleğin zorluğunu bildiği için en ufak olumsuz kelime etmedi. Dönüş yolunda ise, şehir içi otobüsü itekleyerek kardan çıkarmaya çalışmıştık. Bir buçuk dakika yayınlanacak bir haber için yarım günümüzü harcamıştık, hiç unutamıyorum. Bu bahsettiklerimizi izleyici görmüyor, onlara kolay gelebiliyor değil mi Murat, katılıyor musun?
“Burası büyük bir alan. İlçeler birbirine uzak ve en büyük sıkıntı soğuk, çok soğuk hem de... Çevremdeki insanlar da bana gazetecilerin yan gelip yan yattığını söylerler, acaba onlar kışın soğuğunda yeri geldiğinde yedi, sekiz saat dışarıda kalmışlar mıdır? İşler hep ön yargı ile yürüyor. Kışın zorluğunda yapılan haberler daha kıymetlidir.”


“Tuttuğunu gazeteci yapmak diye bir problem var”
Zaman zaman bölgeyi de gezme fırsatı buluyorsun.
Bölgede gazeteci olmanın ne tür zorlukları bulunuyor?

“Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde tuttuğunuzu gazeteci yapmak diye bir problem var. Çok tanık oldum; büyük kurumları temsil edenlerin havuzdan bize gönderdiği haberleri çok dikkatli inceledim, başarılı olduklarını düşünmüyorum. Bu işi doğuda yine Erzurum’da öğrenebiliyorsunuz. İyi kurumlar olmasa bile iletişim fakültesi var. Büyükşehirlerin çektiği sıkıntıları yaşamıyorsunuz fakat büyükşehirlerde yaşayamayacağınız sıkıntıları yaşıyorsunuz, bu aslında daha da zor. Bölge soğuk, sağlık açısından ayrı problemler var, gazeteci sokak adamıdır, sürekli dışarıdadır ve bir soğuk bir sıcak derken hasta oluyorsunuz. Sizin bir gün izin kullanmanız demek gündemden kopmanız anlamına geliyor, al sana bir sorun daha. Kim olursanız olun öncelikle bir insansınız, belki bir anne veya baba, belki bir çocuk, bir adamsınız. Yaşama hakkınızın olması gerekir. Kimsenin, yaşam hakkınızı elinizden almaya hakkı yok. Kimse sizin özgürlüğünüzü kısıtlayamaz. Herkesin kendini sakladığı, tanınmamak, deşifre olmamak istediği bir coğrafyada objektif gazetecilik yapmak veya objektif gazeteciliğin şartlarını yerine getirmek çok zor. Bu zorlukların merkezinde bence Doğu’da görev yapan gazeteci, gazeteciler vardır.”
Habercilikte unutamayacağın birkaç anıyı paylaşır mısın?
“Hangi birini anlatmalı… Bir gün öldüresiye dayak yemiştim. Kanal 25’de çalıştığım dönemde telsizden bir anons geçti. Cumhuriyet Caddesi’nde iki gurubun çatıştığı haberini telsizden duyduğumuzda olay yerine hızlıca intikal ettim. Fakat o anda henüz polis gelmemişti, biraz dalgınlık tabi ben büyük çaplı bir kamerayla gittim, uzaktan çekmeme rağmen beni fark eden iki gurup bana saldırmaya başladı. Polis gelene kadar tekmelendim tokatlandım…”
“Sonra bir gün Yıldızkent semtinde bir inşaat binasında toprak kayması olduğunu öğrendik. Tabi olay yerine sivil savunma ekibi gelmeden önce gittik, tehlikenin tam üstüne basmışım haberim yok, muhabir arkadaşım İbrahim, ‘sakince kamerayı bana ver’ dedi. Ben henüz anlamamıştım olayı ve kamerayı verdim, sonra baktım ayaklarım titriyor bir anda toprak kaymaya başladı ve ben çok zarar görmesem de dizlerime kadar toprağın altında kalmıştım…”
“İşin en güzel tarafı hiçbir gazeteci yoktu”
“Yine bir gün hentbol müsabakasını çekmek için eğitim fakültesinin spor salonuna gittik. Nazım Saraçoğlu müsabakayı anlatacak ben ise maçı kayıt altına alacaktım. Her şey başta güzel ve sakin gidiyordu maçın sonlarına doğru ufak tefek gerginlikler çıkmaya başladı…”
Araya gireyim. Bu olayı ben de hatırladım; sanırım izleyiciler ve polis arasında gerginlik yaşanmıştı, birçok kanalda görüntülerin dönmüştü.
“Evet, çevik kuvvet ekiplerinin bir taraftarı zorla yukarı çıkartmak istediğini gördüm sonra kıyamet kopmaya başladı. Polis ekipleri az sayıdaydı, izleyicilerle polis arasında büyük bir gerginlik ve tatsız anlar yaşanmaya başlamıştı. Müsabakayı her şeyi bıraktım, on iki kiloluk kamerayı sırtıma aldım, bu nasıl bir cesaretse ortalarına daldım, izleyenler için müthiş keyifli bir an olabilirdi. İzleyenler bile bir anda heyecanlanıyordu. İşin en güzel tarafı hiçbir gazeteci yoktu. O gün kayıtlar bir tek bende vardı. Televizyona götürdüm haber girdikten sonra ertesi gün bütün ajanslar ve televizyon temsilcileri görüntüleri almak için adeta televizyonda sıraya girdiler. Ertesi gün on sekiz ulusal televizyon kanalında kendi çektiğim görüntüleri gördüm, resmen gündeme oturmuştu bu olay. Bu unutulmaz anlarımdan biri işte.”
“Polisin düşen silahını uzaklaştırarak faciayı önledim”
“Adliye önündeyim… Şafak operasyonu ile örgüt üyeleri tutuklanmış ve tonlarca uyuşturucu yakalanmıştı. Örgüt mensupları ifadelerini vermek üzere adliye önüne getirildi. Biz de orada bekliyoruz, tam içeri girecekleri anda tutuklu yakınları üzerimize doğru gelmeye başladılar. Adliyede görevli bir polis müdahale etmek isterken belindeki silahını düşürdü, biri o silahı eline almak istediği anda koşarak ayağımla silahı başka bir tarafa fırlattım, ayakkabım çıkmıştı. Bu şekilde olası bir faciayı önlemiştim.”
“Bir gün de, Erzincankapı’da kaçak sigara satanları gizli kamera ile çekerek özel bir haber yaptım. O haberden sonra polis dükkanları didik didik aramıştı. Dükkân sahibi iki yüz bin liralık maddi zarara uğramıştı ve bunun suçlusu olarak beni gösteriyordu. Beni arıyor ve tehditler savuruyordu, savcılığa suç duyurusunda bulundum. Çok tehlikeliydi, bu yüzden iki hafta dışarıya adım atamamıştım.”
Bir kameramanın en büyük endişesi sence nedir?
“Bir kameramanın en büyük endişesi kartını, bataryasını, pilini ya da bir aksesuarını unutmasıdır. Çok detayı olan bir aleti kullanıyorsunuz, işler genelde istisna ile olur. Yani her şey bir anda gerçekleşir ve paniğe kapılıp hız kurbanı olabiliyoruz. Ne kadar dikkat ederseniz edin insanlık hali bazen dalgınlığa gelebiliyor. Ben ilk iş günümde kaset almadan çekime gitmiştim, hiç bir şey yapamadan geri gelmiştim.”
Bu ifadelerin benimde başıma gelen bir olayı anımsattı. Erzurum’da ilk habercilik günlerimde habere yetişme telaşıyla mikrofon kablosunu unutmuş ve kanala kabloyu almak için geri dönmek zorunda kalmıştım. Devam et lütfen.
“Kamera arkasında olmanın kamera önünde olmak kadar zorlukları, stresi var. Bütün her şey senin alacağın kayda bağlı, tabi bunun en detaylısını ve en iyisini yapmak durumundasın. Bazen kamera arkası can sıkıcı olur, hareketli bir olayı çekiyorsan pek sıkılmazsın ama siyasi oturum programları seni intihar ettirecek dereceye getiriyor.”
Stüdyo kameramanlığı da yaptın.  Zaman zaman kurgu da yapıyorsun. Televizyonculukta bunların hepsini bilmek bir avantaj gibi görünüyor. Peki dezavantajları da var mı?
“Olmaz mı? İlk başladığım zamanlar öğrenmek için her işe gönüllü oluyordum, sonra öğreneyim derken bir baktım işler bana yıkılmış. Bir de çok şey bilmek durumundasınız. Bir iş yaparsanız özel sektörde, başınızdaki patronundan çalışanına kadar size herkes, ‘az çalışıyor’ der. Çok iş bilirseniz hiç değilse göze batmamış olursunuz.”


Suudi Arabistan macerasına değinmeni istiyorum.  Sürecin gelişimini ve sonrasında yaşadıklarını paylaşır mısın?
“Televizyonumuzda bir dini program yapılıyordu bu program dış yapımcı tarafından gerçekleştiriliyordu. Programlar her ne kadar stüdyo içinde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin her programın bir dış çekime az da olsa ihtiyacı oluyor. Yapımcı, bir süre stüdyoda gerçekleştirdiği programının bir kısmını kutsal topraklar olan Mekke ve Medine’de çekmek istedi. Televizyonda sahada en iyi olanı arıyordu ve beni buldu. Televizyon yönetimi ile konuşarak 2013 Ramazan ayında beni Arabistan’a götürmek istediğini söyledi. Orada umre ibadetimi gerçekleştirmem için iş bir bahaneydi. Tabi hiç birimizin yurt dışı konusunda deneyimi yok. Yapımcı, ‘her şeyi hallederiz’ gözüyle bakıyordu, fakat oraya gittiğimizde hiç de hoş olmayan durumlarla karşı karşıya kaldım. İşin garibi en çok mağdur olan da bendim… Allah kendi evine beni de kabul etmişti. Dört kişi ile yola koyulduk. Temmuz sıcağı, Ramazan ayının en sabredilmesi gereken ayıydı. Önce Cidde’ye indik uçakla ardından Mekke’ye doğru yola koyulduk. Kalacağımız otelin ismini duyunca iyi bir otel olduğunu düşünmüştüm. Otele gittiğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Öyle bir oteldi ki anlatamam... Çok ayrıntıya girmeyeceğim, amacımız tatil değil elbet, ibadet ve iş olduğunun farkındaydım ama şartların bu kadar kötü olduğunu da düşünmemiştim. Yapımcı, reklam sözleşmesiyle, bir tur şirketi tarafından masrafların karşılanacağını söylemişti.”
“Beni İran ajanı sanıp nezarethaneye attılar”
“Umre ibadetimizi gerçekleştirdikten sonra ikinci gün çekimler için hazırlıklar yaptık, fakat bir şeyi atlamıştık Mekke-i Harem’de çekim yapmanın yasak olduğunu bilmiyorduk. Kamera ile haremden içeri girdim fakat hangi kapıdan giriyorsam kapıdaki görevli bana “Haci Yallah Yallah” diyordu. Garipsedim acaba tipimde bir şey mi var, neden içeriye giremiyorum diye? Baya dolaştıktan sonra haremden içeri girdim, ekranlarda gördüğüm Kâbe’yi ekranlara kaydetmeye başladım. Yapımcının istekleri giderek artıyordu ve ben çekim yapmaktan nedense çekiniyordum, sonunda yakayı ele verdik. Yapımcının karşıdan gezme anını kaydediyordum, beyaz çarşaflı adamlar üzerime doğru geldi önce beni yere attılar ardından kameramı elimden aldılar, sonra da harem içerisinde bir odaya yaka paça götürdüler. Tabi yapımcı otele gitmişti. Arapça bilmediğim için söylediklerinden bir şey anlamıyordum, sonunda Türkçe konuşan bir beyefendi odadan içeri girdi ve benim o saatten sonra tutuklu olduğumu söyledi. Sebebini sorduğumda beni İran ajanı sanıyormuşlar. Nedense pasaportumu yanıma almamıştım, ‘ben Türküm’ dememe rağmen düşüncelerinde ısrarcıydılar. Bizi kafile ile buralara kadar getiren grup başkanının telefon numarasını almıştım ve onu aradım. Yardım etmesini istedim, kendisi gerekeni yapacağını söyledi. Sonra beni Mekke’nin merkezinde tarihi bir yapıya sahip nezarethaneye götürdüler. Çaresizce birilerinin gelmesini bekledim, neredeyse sabah olmak üzereydi. Türk konsolosluğundan iki beyefendi geldi ve beni nezarethaneden çıkardı. Sabahın ilk saatlerinde otele vardım, odadan içeri girdiğimde yapımcıyı uyurken gördüğümde neye uğradığımı şaşırdım, şok olmuştum resmen. Ben gözaltındayken bir insan nasıl bu kadar rahat olabilirdi? Sonra aramız baya açıldı, bütün masrafları kendisinin ödeyeceğini söylüyordu fakat pasaportumdan kullandığım kameraya kadar her şeyi bana ödetti. Televizyonun kamerasına el konulduğu için küçük bir kameraya ihtiyaç duyduk. Orada teknolojik aletler çok ucuzdu.
Biriktirdiğim bir miktar parama göz dikti ve bana zorla kamera aldırdı o parayla eşime dostuma oradan hediyeler alıp götürecektim fakat olmadı. Beni sonunda ikna etti ve bir kamera aldık. On bir gün Mekke’de her gün hurma yiyor ve zemzem suyu içiyordum. Onun dışında imkânlar başka bir şey almamıza el vermiyordu. Her gün bir dağın macerasını görüntülemeye çalışıyordum. Asistanım yok, malzemelerimi kendim taşıyor, her şeyi ben ayarlıyor ve ben çekiyordum. Beni o kadar çok çalıştırıyordu ki uyku düzenim, sinir sistemim çökmek üzereydi, bu yüzden herkese sinirli davranıyordum. Ramazan olması dolayısıyla sıcaktan bayılır dereceye geliyordum, aç ve susuz. Medine’ye gelene kadar sabrettim ve olabildiğince kimsenin kalbini kırmamaya çalıştım, Medine neyse ki Mekke’de kaldığımız yerden çok daha iyiydi. Yedi gün orada kaldık fakat aramız öyle bir açıldı ki ben orada işi bırakma kararı almıştım. Efendimizin kabrinin dibinde yedi gün yattım ve sonra ülkemize, memleketimize döndük. Aradan bir ay sonra bana icra kâğıdı ulaştı. Reklam sözleşmesi iptal olmuştu, iptal olunca da dört kişinin borcu bana yüklendi, yirmi iki bin liralık hizmet tutarını ödemediğime dair. Şuan hala ödüyorum ve ödemeye de devam edeceğim gibi gözüküyor.”
Meslektaşlarımızın başına böyle olaylar gelmemesi ümidiyle. Dadaş, ayrıca program yapıyordu, Dadaş’ın programı Erzurum’da popüler hale gelmişti: “Evet, ‘Sokaktan Seçmeler’ programı hazırladığımız farklı konsept ile izleyenlerin ilgisini çekiyor, haftanın belirli günleri Yakutiye Kent Meydanı önünde kürsünün üzerine çıkan vatandaşlara gündem ve kişilikleri ile ilgili sorular soruyoruz. Bazen soruları cevaplamakta güçlük çeken katılımcılar, verdikleri ilginç cevaplarla insanların tebessüm etmesine sebep oluyor. Konseptin kurgucusu Ünal Karaca ve kameramanlığını İbrahim Bektaş arkadaşım yürütüyor. Program Erzurumlu vatandaşların oldukça ilgisini çekiyor. Çekebildiğimiz kadar çekeceğiz. Binlere ulaşan bir katılımcı sayısına ulaştık. Televizyonun yeni döneminde çalışanlar olarak böyle bir proje hazırladık, programdaki amaç Erzurumlu vatandaşlarımızın hazırladığımız kürsü üzerinde kendilerini ifade etmeleri. Kendilerini ifade edemese de sorularımıza cevap vermeleri, onları sevdikleri ile bu ekranda buluşturmayı ve yeteneklerini yakalayıp, programı eğlence haline getirip insanların dikkatini çekmektir.”
Yerel medyada çalışmanın artısı ve eksilerinden bahseder misin?
“Yerel medyada kolay kolay para kazanamazsın bu birinci altın kural, yerel medyada ticari kafaya sahip olman gerek yoksa bir gazete, televizyon ya da radyoda personel olarak çalışmanız size maddi açıdan pek bir şey kazandırmayacaktır. Bu yüzden yerel medya kuruluşları yeni başlayacak olanlar için bir okuldur. Orada yapacağınız hatalar çok göze batmaz ama büyük kuruluşlar bu hataları kabul etmez çünkü yaptığınız iş çok ciddi bir iş. Yerel medyada her açıdan imkânlar kısıtlı bu yüzden imkânlar sizi zora sokabiliyor, İşi öğrenen farklı bir alternatife yöneliyor, yerel medyada sürekli çalışmıyor.”
Dadaş, televizyonların sahiplik yapısı üzerine de görüşlerini belirtiyor: “Günümüzde maalesef çok fazla televizyon kanalı var, önceki yıllarda televizyon açmak kolay bir iş değilken şimdi bir televizyon kurmak sadece biraz paraya bakıyor. İnsanlar televizyonu, medyayı bir araç, dayatma gücü olarak düşünebiliyor ve böyle bir girişimde bulunabiliyor. Siyasette rant elde etmek isteyen ya da ticari düşünüp sabah akşam bal reklamları yayınlayıp oturduğu yerden para kazanmak isteyen insanlar… Daha doğrusu boş reklam yapmak isteyen, egosu tavan yapan insanlar. Maalesef ki televizyonculuğun imajını tamamen zedelemiş durumda. Bir televizyonun el değiştirmesinin sebebi şüphesiz en başta maddiyattır. Geliriniz tamamen alacağınız reklama bağlıdır bu yüzden bazı televizyonlar reklam konusunda başarısız olabiliyorlar ve zarara uğruyorlar.”
Çalışan olarak en büyük beklentin nedir?
“Başta devletin tanımış olduğu 212 sayılı yasa ile gazetecilere basın sigortasının yapılmasını istiyorum. Bu konuda uğraşlarım büyük, üstesinden geleceğimi de düşünüyorum. Bu sayede yıpranma payımızı almış olabiliriz hiç değilse. Çok fazla bir beklentim yok aslında, televizyondan memnunum. Askere gidip okulu bitirene kadar da burada devam edeceğim gibi gözüküyor tabi bir sıkıntı çıkmazsa.”
Dadaş’a gazetecilikte ilerisi için hedeflerini de soruyorum. Dadaş, “İyi bir yapımcı olmak istiyorum, ya da yönetmen pek emin değilim daha doğrusu yol bizi nereye götürürse biz oraya gideceğiz. Fakat çıta her zaman yüksek, bir gün boğulursam eğer, bilin ki büyük bir denizde boğulacağım” diye yanıt veriyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonların kutsal toprağı; Kân köyü

Eskiden KÂR Yağardı Erzurum'a